9 Haziran 2009 Salı

Bolluk hem de bedava

Bolluk tanımı ne kadar değişken olabiliyor. Insandan insana değişiyor. Çok hesaplaşmalarım oldu son birkaç aydır. Sonra yaz mı geldi ben mi bıktım bilmiyorum zihnim bilançolar yazmayı bıraktı. Hani iki farklı görüntü içeren resimler vardır ya, bir bakarsın karşılıklı bakan iki insan profiliyken kupa oluverir gördüğün. İşte onun gibi bende de bolluk kavramı değişti birden.

Yıllardır bolluk bana göre para demekti. Tabi ki para. Ne kadar spirituel olsam da, önemli olan madde değil o madde ile ilişkin desem de sonunda param yetmediği için alamadığım ya da yapamadığım şeylere takılmadan edemiyordum.

Üstelik bu para kasasının dibi de yok. Ne kadar çok kazansan o kadar çok harcıyorsun. Harcadıkça da paranın değeri düşüyor gözünde. Bir gün 1000 lira büyük bir servet gibi gelirken gün oluyor 10.000 lira ne ki diyorsun. Kendimi en fakir hissettiğim günler en çok paramın olduğu günler olmuştur hep. Oysa parasız zamanlarımda elime geçen küçük bir tutarın benim için ne kadar çok olduğunu çok iyi hatırlıyorum.

Birden bolluğun aslında tam zamanında yetişen paraların, yüksek tutacağını düşündüğün faturanın eksik gelmesinin, beklenmedik zamanda gelen kazançların olduğunu anladım.
Para için geçerli olan sevgi için de geçerli üstelik, çünkü doğru anda söylenen içten sözler, tanımadığın bir kişinin sana yardım etmesi, sevdiğin kişinin seni kucaklaması da bolluk aslında.

Kendi gerçeğimizi yaşamaya başladığımızda bolluk içinde olduğumuzu fark etmemek mümkün değil. Ne yazık ki algılarımız her gün para ile kamçılanan pek çok değişik ortam ve yayının etkisi altında kalıyor. Zihnimiz de gerçekler karmaşasını çözmeye çalışırken bedenimizi yıpratıyor. Herşeyi kolyca dengeleyebilecek güce sahip olan ruhumuz ise hep kısa çubuğu çekiyor. Sürekli konuşan zihin ve hep göz önünde olan bedenle yarışması kolay değil tabi.

Bu yazıyı okuyan herkesi bir defa da olsa ruhuna şans vermeye davet ediyorum. Birkaç derin nefes alın, yavaş ve sakince. Gözlerinizi kapatın. Yüzünze bir gülümseme konduracak herhangi bir görüntüye odaklanın ve bir süre öylece kalın. Sonra gözlerinizi yeniden açın ve yaptığınız işe devam edin. Ruhumuz ona fırsat tanıdığımız sürece bize hayatımızdaki bolluğu gösterir. Bolluğumuzu fark ettikçe de hayatımız güzelleşir. Denemesi bedava!

27 Mart 2009 Cuma

olsan da olmasan da

Bahar geldi. Beni kuru dalların bir anda yeşermesi hep etkilemistir. Her yıl gözümüzün önünde toprak ana mucizeler yaratıyor, ancak şehir hayatının kalabalık benciliği içinde insanlarin pek azı bunu fark ediyor. Tabi baharın gelişi kayda geçiyor pek çok şekilde, yaz için tatil planları yapılıyor, her fırsatta güneşin tadı çıkarılıyor, ancak doğanın bize her köşe bucakta karşımıza çıkardığı bilgelik mesajları ne kadar kayda geçiyor emin değilim.

Ben olmak bugün herşeyin üzerinde ve önünde. Teknoloji bize ben olmayi her gün daha da yoğun yaşamamızı sağlamak için yarış halinde. Bugün artık çekirdek aile diye de birşey kalmadı. En küçük aile üç ayrı çekirdek ben olarak hayata devam ediyor. Kişisel bilgisayarımız cep telefonu kılığına girip sonunda kucağımızdan avucumuzun içine kadar girdi. En güçlü ve sürekli tek ilişkimiz haline geldi. Sanki her anımızı paylaştığımız ikinci yarımız.
Baharın mucizesini fark etmeleri için herkese bir SMS göndersem mi acaba?

Bazan düşünüyorum ne fark yarattım bu hayatımda diye. Insanlar da mevsimler gibi. Geliyor ve geçiyor. Havası, bitkileri, zamanı ile hepsi kendilerine has, var oldukları süre esip yağıyorlar. Sonra tekrar bahar geliyor. Hayat hep devam ediyor. Bana bu baharın aktardığı mesaj ise şu:
Önemli olan var olduğun sürece varlığını ve parçası olduğun bütünü kutsa. Olsan da olmasan da olan hep var, ancak senin varlığın bütünü mutlaka etkiliyor. Nasıl etkilediği ise senin elinde. O yüzden olmanın eşsizliğini fark edip hayatının her anını kutla.

Baharın mucisesi bu oldu benim için. Başkaları için de kimbilir ne mesajlar vardır. Acaba su SMS i yollayıp bir fark yaratsam mi?

20 Şubat 2009 Cuma

Degişen kim?

Annemle hep aşk ve nefret ilişkisinin tutkulu bir türünü yaşadım. Yaşamım boyunca onu anlamak için kendimce her türlü gayreti gösterdim ancak onun tarafında aynı yaklaşımı görmeyince yaşadığım hayal kırıklıklarını aşırı duygusal tepkilerle dışa vurdum. Beni anlamıyor yani beni sevmiyor denklemini kurdum ve ürettiğim göz yaşları zamanla sinirli söz ve davranışlara dönüştü. İçimdeki inatçı boşluk ise beni aynı şiddetle ezmeye devam etti.
Hayat şartlarım karmaşıklaştıkça ben de annemden uzaklaşmaya başladım. Kendi kocamla sorunlarımı çözemiyorken onun her görüştüğümüzde babamı bana şikayet etmesini dinlemeye dayanamıyordum. Kirayi nasıl denk getireceğimi düşünürken, bana arkadaşlarının çocuklarının aldığı ev ve arabalardan söz etmesi beni delirtiyordu. Onu her aradığımda bana beni neden hiç aramıyorsun diye sitem etmesi sohbetimizin çabucak bitmesine neden oluyordu.
O benim annemse beni rahatlatması gerekiyordu, neden her iletişim kurma girişimim hüsranla sonuçlanıyordu? Spirituel dönemin boyunca bu konuyu çok düşündüm. Pek çok meditasyonumda cevap aradim. Ben annemle neden anlaşamıyorum? Bu sorunun cevabını kendim anne olduktan sonra da bulamadım. Neden ben oğlumun bana sarıldığı gibi anneme sarılamıyordum?
Sonra birden herşey değişti. Hem de gerçekten birden. Tam annemle istediğim gibi bir iletişim kuramayacağımı kabul ettiğim anda herşey değişti.
Annem beni aramaya başladı. Bana beni özlediğini ve çok sevdiğini söylemek için, sadece bunun için beni aradı. Birlikte yürüyüşe çıktık. Kahve içtik. Bana yemek pişirdi. Bana benimle gurur duyduğunu söyledi.Sarıldık.
Hep istediğim gibi, özlediğim gibi sarıldık. Bu defa sinirlendiğim için değil, mutlu olduğum için ağladım. Sonunda dayanamadım ve sordum: "Anne neden böyle değiştin birden? Daha önce neden böyle sarılmadık?"dedim. "Sen istemiyordun ki" dedi. "Hep kızgın ve gergindin. Ne soylesem ne yapsam sinirleniyordun. Sanki kendinle kavgalıydın. Bana kapalıydın hep.Oysa şimdi bana açıksın. Bana ihtiyacın olduğunu hissediyorum. Ben de sana sarılabildiğim için çok mutluyum. Sen benim evladımsın, seni çok seviyorum." dedi.

5 Şubat 2009 Perşembe

Yalanın içindeki sevgi

Yalan söylemeyen yoktur bence. Insan olmanın dayanılmaz hafifliğidir yalan. Bazan kurtarıcı, bazan destekleyici, bazan korkutucu ama baştan sona insanca bir özellik.
Yalanın garip yanı silah gibi olması. Elinde tutanın hissettikleri ile namlunun ucunda duranın hissettikleri çok farklıdır. Hele namlunun ucundaki silahı fark ederse iş daha da ciddileşir. Ben her iki durumda da bulundum. Bana yalan söylendiğini anladığımda pek çok farklı duygu ile tanıştım hayatım boyunca, hepsinin ortak yanı inanmış olmamın kızgınlığını taşımalarıydı. Kandırılmış olmak genlerimizde en büyük zayıflık olarak kayıtlı olduğundan mıdır nedir, sanki nefesim duruyor, kalbim tekliyor öylece donup kalıyorum.
Ben genelde iyimser bir insanım. Kucaklamayı kuşkulanmaya tercih ederim. Bu sayede kendimi ve yaşamı daha etkin şekilde öğrenme fırsatım olduğunu düşünürüm. Aklımdan çok sezgilerimi dinlerim. Sağduyumu uyanık tutmaya çalışırım. Ancak bu yöntem yalan konusunda ne yazık ki işlemiyor. Nedenini düşünürken yalanın içinde sevgi olduğunu fark ettim. Ben de genelde karşımdakini seviyorsam ve üzülmesini istemiyorsam yalan söylerim. Hani şu beyaz yalan dedikleri. Yalanın beyazı zencisi yok, yalanların hepsinde sevgi var.
Sevdiğin için yalan söylemiyorsan o zaman da sevilmek için söylüyorsun. Geçenlerde hiç tanımadığım birileri bana yalan söyleyip paramı aldılar. Onlar beni sevecek kadar tanımıyordu. Kendilerini bana sevdirmek istedikleri de söylenemez. Ancak benden aldıkları parayı sevgiye dönüştürmeyecekleri ne malum? Zaten para kazanmanın altında da sevilmek ve sevmek ihtiyacı yatmıyor mu?
Bir sonraki yalanınızı söylerken bir düşünün sevgi unsuru ne durumda. Bu kolay olan kısım.
Zor olanı da: bir dahaki sefer size yalan söylendiğini anladığınızda da sevgi unsurunu düşünmeye çalışın. Bakalım nasıl hissedeceksini?

31 Ocak 2009 Cumartesi

bir aspirin al gecer

Bir yerimiz ağrıdığında hemen elimiz bir aspirine uzanır. Geçsin isteriz, herşey yine eski düzenine dönsün isteriz. Sorgulamak korkutur bizi.

Hayatı da böyle geçiştiren ne çok insan var çevremde. Aspirin üstüne aspirin alip sorunu unutmaya çalışıyorlar sonra da bir anda kendilerini ambulansta bulup hayatlarında görmezden geldikleri her neyse travmatik şekilde yaşamak durumunda kalıyorlar.

Değişim oysa dünya hayatının özü. Her gün değişik bir sabaha uyanıp sanki bir öncekinin tıpkısıymış gibi farz ediyoruz. Oysa en başta biz her uyanışımızla değişiyoruz. Her gün bizi yeni deneyimlerle besliyor. Biz ne kadar çabalasak da bir gün diğerinin aynısı asla olamıyor. Bu da bizi her gün farkı bilgi ve duygularla yüklüyor. Hem eskitiyor hem de yeniliyor.

Her yeni sabahın yepyeni bir başlangıç olduğunun içimizden kaç kişi farkında? O günün kaderinin aslında tamamen bize ait olabileceğini kaç kişi biliyor? Benim gördüğüm kadarıyla kendimizi tekrar etmeyi tercih ediyoruz hep. Tabi bunu bilinçli olarak tercih edenlere hiç itirazım yok. Ama bir de uykuya heyecanlı hayallerle dalıp sabah niyet ve kararlarını bir aspirin alıp unutanlar var. Işte onlar dert oluyor bana. Görüyorum ki bir süre sonra o hayaller onların önünü kesecek, yaşadıkları anın farkındalığını örtecek. Yaşama sevinçleri gerilemeye başlayacak. Sonra bir gün aynaya bakıp kendilerini bile tanımayacakları hale gelecekler. O zaman aspirin de ise yaramayacak.

Sükür ki yaşamımız süresince her gece sabah ile aydinlanıyor. hayalini kur. Niyetini et. Dinlen ve sabah ilk adımı at! Hiç bıkmadan her gün yeni bir fırsat olarak bizi kucaklıyor. Atın aspirinleri derin bir nefes alıp dalın hayatın renklerine!

5 Ocak 2009 Pazartesi

Kesin sirkenin yararı var mıdır?

Düşünce ve hayaller ne kadar bireysel.


Bunları dillendirdiğimizde karşıdakinin zihnine bir tecavüzde bulunduğumuzu düşünmüşümdür hep. Oysa ne kadar sorumsuzca konuşuruz. Öylece ağızımızdan dökülüverir sözcükler. Biz söyler unuturuz ama onları kaydeden zihin unutmaz. Evirir çevirir bir sözün varabileceği tüm anlamları çağırıştırıp insanı saatlerce meşgul edebilir.


Bu uçup giden sözler için geçerliyken, yazı ne kadar daha güçlü bir etkiye sahip. Uzakdoğudaki rahiplerin neden konuşma oruçu tuttuklarını şimdi daha iyi anlıyorum. Her söz bir yükümlükük getiriyor ve bir karmaşaya davetiye çıkarıyor.


Peki nasıl iletişim kurmalı? Insan sosyal bir varlik DNAmızda var. Ben yıllardır bu konuyu düşünürüm ve şöyle bir geçmişe baktığımda yalnizlık görüyorum yol boyunca. Çocukluklarında başlayan arkadaşlıklarını yaşlılıklarında bile sürdürmeyi başaran insanlara hep gizli bir kıskançlık beslemişimdir. Bu işin sırrı ne?

Belli ki bir keskin sirke olmuşşum, zararım yine kendi küpüme. Ama belki bir yararım da vardır, yani olsun dilerim. Işte bu nedenle kafamı küpümden çıkarıp etrafa saçılmak istedim.